Abdurrahman Gürses Kimdir?

Kurra Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi kimdir? Kur'an eğimine ne zaman başlamıştır? Şeyh Es’ad Erbili (k.s) ile nasıl tanıştı? Abdurrahman Gürses Hocaefendi nasıl bir karaktere sahip idi? Abdurrahman Gürses Hocaefendi'nin yetiştirdiği, Kur'an okuma ve eğitimi alanında bugün dahi isimleri birinci sırada yer alan talebeleri kimlerdir? 26 yıllık talebesinden "Abdurrahman Gürses Hocaefendi"nin karakteri ve ahlâkı...

Haber: Mehmet Sait Temel

Abdurrahman Gürses (1909-1999) Abdurrahman Gürses Hocaefendi, nüfustaki resmi kaydına nazaran 1 Temmuz 1325 (1909) tarihinde Adapazarı’na bağlı Hendek kazasının Soğuksu köyünde Dünya'ya gelmiştir. Muhterem babaları aynı köyün câmiinde imam ve Hatip olarak vazife gören Hafız Said Efendi, valideleri Fatma Hanım’dır.

EĞİTİM HAYATI

Çok küçük yaşlarında aynı zamanda âlim bir zât olan pederinden hıfzını ikmal eden Abdurrahman Gürses Hocaefendi, onbeş yaşında Hendek'e gelerek orada hem mahkeme-i şer’iyyede muvazzaf ve hem de Rüşdiye (orta mekteb) mektebinde Muallim olan Hafız Abdur- Rauf Efendi'den talim ve tashih-i hurûf dersleri almıştır.

Bir taraftan mahkeme-i ser'iyye hakimi Hoca Abdurrauf Efendi'den tâlim ve tashih-i hurûf dersleri alırken, diğer taraftan kazanın müftüsü Ali Niyazi (Konuk) Hocaefendi'nin ders verdiği Yeni Cami medresesine devam etmiş; sarf, nahiv ve fıkıh gibi ulûm-i dîniyyenin muhtelif şubelerinde malumat sahibi olmuştur. Sesinin güzelliği ve ahlakıyla daha o yaşlarda temâyüz etmiş bulunan Hocaefendi'nin şöhreti, İstanbul'a kadar yayılmış bulunmalıdır ki, devrin ekâbir-i meşâyihinden (büyük şeyhlerinden) Erbilli Esad Efendi Hazretleri’nin hem kendisi ve hem de hulefâsından oğlu Mehmet Ali Efendi’nin imzasını hâvi bir mektupla İstanbula gelmiştir.

Hocaefendi İstanbul'a geldikten sonra bir taraftan hususi sohbet ve zikir meclislerinde de Şeyh Esad Erbili Hazretleri'nin cemaatine imamlık etmiş, hem de Ayasofya'da Soğukçeşme Medresesine devam ederek - İslami ilimlerdeki dirayet ve liyakatini arttırmıştır.

HİLAFETİN İLGASI İLE ABDURRAHMAN GÜRSES HOCAEFENDİ

3 Mart 1924 tarihinde “Hilâfet’in ilgası’’yla birlikte medreseler kapatılmış olduğu cihetle resmi bir vazifesi olmayan Abdurrahman Gürses Hocaefendi, memleketi olan Hendek’e avdet etmiş, çok göz önünde olmadığı cihetle burada hususi bir surette dersler vererek talebe yetiştirmeye başlamıştır. Bu sırada Gülizâr adında muttaki bir hanımefendiyle ve bu evlilikten Kenan, Adnan ve Leylâ isimli üç evladı Dünya’ya gelmiştir. Kenan ve Adnan Beyler, Hocaefendi’nin vefatından çok evvel genç yaşta âhirete intikal etmişler ve bunlardan geriye hâlen sağ olan biricik kızı muhterem Leylâ Hanımefendi kalmıştır.

ABDURRAHMAN GÜRSES HOCA'NIN 26 YILLIK TALEBESİNDEN "ŞAHSI"

Bendeniz Ramazan Pakdil, 1973 senesinde İst. İ.H.Lisesi son sınıfında iken kendisi ile müşerref oldum. Son saatten sonra arzu eden her talebeye talim ve tashih-i hurûf okutmak üzere İ.H.Lisesine davet edilmişti ve teşrif etmişlerdi. Biz de 3-3,5 ay kadar devam eden bu derse devam etmiş ve kendisiyle bu ders vesilesiyle yakînen tanışmış, birbirimize karşı hürmet ve muhabbetimiz artmıştı.

1973 Ağustos ayında ise hocamızdan ilm-i kıraat (Aşere) okuma talebim üzerine kendisi bendenizi bizzat imtihan etmiş, kabul etmiş ve aşereye başlatmıştır. Bu tarihten itibâren teşrîk-i mesâimiz daha da artmış, beraberliğimiz irtihaline kadar devam etmiştir. Tam yirmialtı sene...

26 senelik beraberliğimizde gözlediğimiz ve izlediğimiz merhum Hocamızın şahsiyeti ve özelliklerini şöylece özetleyebilir:

Merhum Hocamız: Haliyle, tavrıyle, ilmiyle, usûlû, âdâba riayeti ile nezaketi ile nezaheti ile istiğnası ve sehâsı ile hâza bir Osmanlı efendisi idi. Ve hâzâ bir imamdı. Peygamber mesleği olan imamlık mesleği için örnek bir şahsiyetti. Diğer yönden Kıraat ilmine vûkufu ile, aşkla, şevkle okuduğu müessir tilâvetiyle; emekli olduğu halde ömrünün sonuna kadar kıraat ilmine hizmete kendini vakfetmesi ile de ehl-i Kur'an için örnek bir şahsiyetti. Hocamızın bu özelliklerini kısa kısa açıp, bazılarını hatıralarıyle te'yid etmek istiyorum.

AHLAKI VE KARAKTERİ

Vakûr idi. Dışardan bakanlar gururlu ve kibirli zannedebilirdi. Öyle değildi. konuşulduğu zaman gayet hoş sohbetti, canlı tarih gibiydi. Hafif meşreb değildi. Fakat her zaman her yerde konuşmazdı. İlim veya yaş bakımından kendine akran olan arkadaşlar olur, sıcak ve rahat bir mekan olur, çayları, kahveleri de gelir, zaman da müsaid olursa çok güzel sohbet ederdi.

İLMİ

Osmanlı devrinin son dönemine erişmiş, Hendek'in Soğuksu köyünde imam olan babasından ilk Kur'an tahsilini yapmış, hıfzını bitimiş, Hendek'te Raûf Efendi'den talim ve tashih-i hurûf okumuş, İstanbul'a gelmiş, Ayasofya Soğukkuyu Medreselerinde bir mikdâr okumuş burada talebe iken medreseler lağvedilmiş, bu arada bir çok Osmanlı ulemâsı ve müderrisleri ile tanışmış, onlardan ahzü ilim etmiştir. Daha sonra Nakşi meşayihinden ve Reîsül-meşayih olan Şeyh Es'ad Erbili Hz.leri ile tanışmış ve onların teklifleri ile Kazasker'deki köşklerinde onlara mukabele okumuş, teravih kıldırmış, sohbetlerinde bulunmuş ve kendilerinden ahzû feyz etmiştir.

Üsküdar Büyükselimiye Camii İmamı H. Fehmi efendiden Aşere ve Takrib kıraat ilimlerini okumuştur. Bilahere mükâlemesini geliştirmek için Mısır'a gitmiş ve bir süre orada kalmış, hem mükâlemesini geliştirmiş, hem de o zamanki yaşayan Mısır hafızları ile görüşmüş ve onları dinlemiştir. Velhasıl Arapça ibareyi rahat okur, Araplarla rahat konuşurdu. Hatta bir ara Fas'ta Arap talebelere, o yörenin kıraati olan Kıraat-i Nafi ve Rivayet-i Verşi talim etmiş ve dönmüştü.

USÛLE ÂDÂBA ÇOK RİÂYETKÂRDI

Okuttuğu talelerine kıraat ilminin yanında hâliyle ve kaliyle ehl-i Kur'an olmanın âdâbını da öğretirdi. Bu cümleden olarak; Ehl-i Kur'an'ın Kur'an ahlâkıyle mütehallık olmasını, mütevâzî olmasını, vakûr olmasını, temiz olmasını, kılık-kıyafetine de dikkat etmesini; Kur'an tilâvetinde niyetin halis tutulmasını, Allah huzurunda O'nun kelâmını, O'na arz ediyor huşuu içerisinde olunmasını; aşr-ı şeriflerin, okunan meclisin gündemine uygun olmasını, aşrı şerifleri tebşir ayetlerinden seçmeyi; tecvid ve kıraat ölçülerine çok dikkat etmeyi, makam ve name hatırına tecvid ve kıraat ölçülerinin ihlâl edilmemesini, manaya dikkat edilmesini manaya göre seslendirme yapılmasını (Raf-ı savt, hafdı savt yapılmasını): Kur'an'ın aşkla, şevkle, canlı en güzel edâ ve seda ile okunmasını, okuyanın Kur'anın etkisi altına girmesini -ancak ondan sonra başkalarını etkileyebileceğini- tavsiye eder, kendi şahsında da bunları uygulamaya çalışırdı. Bunlarla ilgili iki hatırayı anlatmadan geçemeyeceğim.

Bayezid Camiinde imamken, mihraba geçmeden önce, etrafında Kadî Beydâvî tefsiri bulunan bir mushafı vardı. Onu açar, okuyacağı aşr-ı şerifi ve O'nun mânâsını, tefsirini gözden geçirir, mânen onun etkisi altına girer etkilenir, bu halet-i rûhiyye ile de gayet güzel ve müessir okurdu.

USÛLÜ ÂDABA RİAYETİ İLE İLGİLİ BİR HATIRA

Talebelik yıllarımızda (1978 veya 1979), arkadaşımız Mehmet SEVİNÇ'in Beşiktaş'taki vazife mahalli olan Şenlikdede camii ve müştemilatının tadilat ve imârından sonra bir açılış merasimi yaptılar ve yörenin ileri gelen hocalarını ve bizleri de davet ettiler. "Kuran-ı Kerim okunacak ve Mevlid-i şerif tilavet edilecek ve duadan sonra açılış yapılacak" dediler ve programın idâresini de merhum hocamıza verdiler.

Program başladı. Kimimiz aşr-ı şerif, kimimiz mevlidden birer parça okuyoruz. Kur'an okuyacak talebe arkadaşlarımızdan birisi, yaz günü hava sıcak olduğu için üzerine ceket giymemiş, bir yelek giymiş onun da düğmelerinin tamamını açmış, gömleğinin yaka düğmelerini de açmış, o vaziyette Kur'an-ı Kerim okumak üzere kürsüye doğru yürürken, oturduğu yer ile kürsünün tam ortasında ayakta arkadaşı durdurdu "Orada dur" dedi. Ve cemaate döndü "Bakın ben burada herkesi durdurmam, durduramam. Bana kırılır, gücenir hatta söylenebilir. Fakat bu benim talebemdir. Bana kırılmayacağını bildiğim için burada huzurunuzda durduruyorum. Burada ona da, sizlere de ve bu meslekdaşlarıma da bu vesile ile bir âdab dersi vermek istedim." dedi ve âdâbla ilgili veciz bir konuşma yaptı. Sonunda: "İşte böyle her şeyin bir usul ü âdâbı vardır. Bu talebem bu gün nasılsa buraya gelirken üzerine ceket almamış. Bu kürsüye Kur'an okumaya, böyle ceketsiz, yelek düğmeleri açık ve yakası bağrı açık çıkılmaz. Burada ki huzura karşı hürmetsizlik olur. Bunun vücuduna ceketi uyacak birisi, bir ceket versin ve kürsüye öyle çıksın okusun." dedi. Ve öyle yapıldı. Hepimiz de bu vesile ile bir âdâb dersi almış olduk.

NEZÂKETİ VE NEZÂHETİ

Gayet temiz ve kaliteli giyinir, nezâket ve protokol kasidelerine riâyet ederdi. Olgun ve vakur haliyle çevresine, hürmet ve muhabbet telkin ederdi. O, gerek ülkemizde, gerek dış ülkelerde sahası ile ilgili konularda ülkemizi liyakâtle en iyi şekilde temsil eder, tilavet ederdi.

Böyle toplantılara giderken gayet şık kıyafetinin yanında sarık ve cübbesini de mutlaka götürür, tilavetinden önce bu kıyafetlerini de giyerdi. Hele hele başı açık hiç tilâvet etmezdi. Nerede olursa olsun, tilâvet edecekse, sarık-cübbesi yoksa mutlaka takke takar, kendine çeki-düzen verirdi.

İSTİĞNASI

Para hırsı yoktu. Parayı sevmezdi. "Bu meretle hiç aram hoşolmadı." der, mutemedimiz para getirdiğinde onu sayar ve hemen gider, elini yıkar. "Bu bence dünyamın en necis maddesidir. Kimbilir kimlerin eline değip geliyor" derdi. Mutemedi ve şöförü hemen o yeni para ile gönüller, onlara mutlaka bir şeyler verirdi. Kimsenin malında, mülkünde gözü yoktu. Dâima hâline hamdeder: "Nimete hamd, onun yok olmama garantisidir." hadis-i şerifini çok okurdu. Çok zengin olmamakla berâber, zengin görünümlü ve başı dik yaşamayı severdi ve daima başı dikti.

SEHÂSI

Merhum hocamız cömertti ve eli açıktı. Misafirlerine ve talebelerine ikrâm etmeyi severdi. Evine özel derse gittiğimizde, teneffüsümüzde, mutlaka çay ve yanında ev işi çörek-börek ne varsa çıkarır ve bizzat kendi eli ile ikram ederdi. Nuru Osmaniye Kur'an Kursuna haftanın belirli günleri gelir, çevredeki selâtin cami imamlarına ve özel talebelerine kıraat dersi verirdi.

Bazen biz de ziyaretlerine giderdik. Orada yemek vakti ise mutlaka bizlere ve yanındakilere kendi kesesinden yemek ikram eder, beraberce yenirdi. Cömertliği ve ikramı saymakla bitmez.

TAM BİR OSMANLI EFENDİSİ ŞAHSİYETİ SERGİLERDİ

Ecdadımız Osmanlıya hayrandı. Bir gün Haseki Eğitim Merkezine ziyarete gelen ve kendisi ile sohbet eden bir Arap heyet kendi aralarında hocamızı tavsif ederlerken: "işte bu adam eskilerden kalma Osmanlı beyefendisi" demişler, hoşuna gitmiş, sevincinden gözleri dolmuş, "Keşke öyle olabilsem." dedi ve duygulandı. Bunu bizlere kendisi nakletmişti.

HÂZÂ BİR İMAMDI

İmâmet mesleğini çok sever "dünyaya bir daha gelsem gene imam olmak isterdim." derdi Mesleğinde çok titiz ve hassastı. Mihrâbiyelerini aslâ terketmez, aşklı ve şevkli okurdu. Uzaklardan kendisini dinlemeye gelen meraklıları vardı. Hutbelerini yazarak okurdu.

Ramazanları Cami'nin sağ tarafında dersanenin kapısının kenarında mukâbele okurdu. Senenin on iki ayında ister üniversite öğrencilerinden olsun, ister meslektaşlardan olsun, ister İmam-Hatip ve ilâhiyat talebesi olsun "Ben sizden okumak istiyorum" diyenlere zaman ayırır, onlarla meşgul olurdu.

Caminin içinde ve sağ tarafında kendi açmış olduğu bir Kur'an Kursu vardı. Oraya sonradan, Hafız Necati isminde bir talebesini tayin ettirmişti. Küçürleri oraya kanalize eder, büyüklerle ve kabiliyetli gençlerle bizzat kendisi meşgul olurdu. Hafız Fatih ÇOLLAK, Merhum H. Mehmet ÇEVİK, H. Mustafa DEMİRKAN; Bendeniz ve Rahmetli İsmail BİÇER Ağabey bu dersâne tezgâhında yetişenlerdeniz. Bilâhere Haseki Eğitim Merkezi açılınca, önce ben; II. devrede de Merhum H. Mehmet Çevik Hasekiye iltihak ettik ve Takribi orada bitirdik.

Burada merhûm hocamızın çok takdire ve tebrike şâyan bir yönünü yazmadan geçemeyeceğim. Hocamız, kabiliyetli, ciddi ve bitirmeye azimli bulduğu gençleri buralarda okutmanın dışında; Onlara sorardı "Siz hangi gün evde bu dersi okumaya müsaid olursunuz?" der, gün ve saat kararlaştırılır,

Hocamız "İnşallah, bir mani olmazsa ben de size gelmek istiyorum." der, adres alır araba tutar, talebenin evine gelir, ne kadar ders hazırlayabilmişse onu bitirene kadar okutur, ondan sonra yine araba tutar gece yarısı da olsa evine giderdi. Benim Fatih Beyin, Rahmetli H. Mehmet Çevik'in H. Mustafa DEMİRKAN'ın rahmetli İsmail BİÇER Ağabeyin bu şekilde evlerimize çok gelmiştir.

Ayrıca emekli olduktan sonra Haseki'nin dışında, haftanın belirli günleri Nuru Osmaniye Camiine gelir, çevredeki Selâtin Camilerin imamlarına veya uzaktan gelen genç talebelere burada ilm-i kıraat okuturdu.

Bazı günlerde ilmi kıraat okumaya durumu müsaid olmayan meslektaşlara talim ve tashih-i hurûf dersleri yapardı. Bu tezgahtan da bir hayli hocaefendi meslektaşlarımız istifâde etmişlerdir. Evvela Rahmetli Bayezid Camii İmamı H. İsmail BİÇER Ağabeyimiz kıraati böyle bitirdi. Peşinden Nuruosmaniye Camii İmamı H. Alaaddin hoca, Yeni Cami İmamı H. Mahmut ALBAYRAK, Sultanahmet Camii İmamı H. Recai ALBAYRAK, Fatih Camii İmamı H. Osman ŞAHİN Lâleli Cami İmamı H. Cemâl ÇAĞLAR Ağabey ve uzaklardan gelen başka gençler...

Sonra Hocamız yaşlanıp Nur-u Osmaniye'ye gelemez olunca çevredeki selâtin cami imâmları hocamızı münâvebe ile evlerine taşıdılar, kimde kararlaştırılmışsa onun evinde toplandılar ve okudular, hocamız yatağa düşmeden önce Aşere ilmini böylece bitirdiler. Bu arkadaşlarımızın ortak görüşleri ile bu konuyu noktalayalım: "Biz Hocamızdan kıraat ilminin yanında pek çok âdab dersi de öğrendik. İşte hâza İMAMLIK, ÖRNEK İMAMLIK bu...

ŞEYH ES'AD ERBİLİ (K.S) İLE MÜLÂKÂTI VEYA TANIŞMASI

Şeyh Es'ad Erbili (k.s) ile mülâkâtı veya tanışması: Merhum Hocamız Hendek'in Soğuksu köyünde İmam olan Babasından hıfzını bitirdikten sonra Hendekte H. Raûf Efendi ismiyle maruf, Es'ad Efendi Hz.lerinin müridi olan ve mücevvid bir zat olan bu Rauf Efendi'den talim ve tashih-i hurûf okumuş ve İstanbul'da bir sürede Medreselerde okuduktan sonra güzel ve müessir tilâveti ile birden şöhret olmuş ve medhi, Es'ad Efendi Hz.lerinin kulağına kadar gelmiş.

Es'ad Efendi Hz.lerinin Kazaskerdeki köşkünde Ramazan-ı şerifte mukâbele okunur, Teravih kıldırılır, sohbetler olurmuş. Burada mukabele okumak ve teravih kıldırmak üzere davet etmişler, hocamız da icâbet etmişler. İlk görüşmelerinde hoş-beş'ten sonra aralarında şöyle bir muhavere geçmiş. Es'ad Efendi Hz.leri:

"-Hafız Efendi bir aşr-i şerif okur musunuz?" demişler.

Hocamız da okumuşlar. Es'ad Efendi Hz.lerinin çok hoşuna gitmiş:

"-Maşaallah Hafız Efendi çok güzel okuyorsunuz. Siz kimden okunudunuz." diye sormuşlar.

Hocamız: "-Babamdan hıfzımı bitirdim. Hendekte H. Raûf Efendiden talim ve tashih-i huruf okudum." demiş.

Es'ad Efendi: "-Şu bizim Rauf Efendiden mi?" demişler. (Rauf Efendi, İstanbul'daki sohbetlere arada bir gelir-gidermiş ama hoca olduğunu belli etmezmiş, Avâm-ı nasdan biri gibi sessiz-sedasız gelir gidermiş.) Bunun üzerine hayretle bu soruyu sormuş: "-Şu bizim Rauf Efendiden mi?" deyince hocamız: "-Evet Efendim, sizin ihvanınız Rauf Efendiden." demiş. Es'ad Efendi Hz.leri: "-Allah, Allah peki öyleyse, bu Rauf Efendi, bu kadar güzel huffâz-ı kiramı yetiştiriyorlar da kendileri bize niye infak etmemişler?" diyerek güzel Kur'an okuma nimetininde bir infakın olacağına, "Onlar (O mütteki mü'minler) kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler." ayet-i celilesinde ki infâka dahil olduğuna işâret buyurmuşlar.

"-Hafız Efendi! Bize burada mukabele okur, teravih kıldırır mısınız?" demişler. Hocamız da "-Siz tensib buyurursanız hay hay efendim." demişler. Ve o tarihten itibaren bir kaç sene köşkte ve huzurda Ramazanı şerifleri mukabele okumuş ve teravih kıldırmışlar, bu münasebetle orada bulundukları zamanlar sohbetlerinde de bulunmuşlardır.

(“Abdurrahman Gürses Kur’an Eğitim Merkezi” Açıldı)

İLM-İ KIRAÂTE İNTİSÂBI

Hocamızın şöhreti İstanbul dışına taşınca, taşradan da Hocamızı okumaya davet ederlermiş. Böyle bir Kayseri seferinde Hocamızın çok güzel tilavetinden etkilenen ve Kayseri ulemâsından olan bir zât: "-Evlâd mâşâllah çok güzel tilavet ediyorsun. Senin kırââtten behren var mı diye sormuşlar. Hocamız da, hafız olduğunu, talim ve tashihi hurûf okuduğunu ifade etmişler. O zat:

"-Hayır evlad, onu kasdetmiyorum. Sen Aşere takrib okudun mu?" demişler. Hocamız da:

"-Hayır Efendim." deyince O zat:

"-Ah evlâd bu tilâvete kıraât lazımdır.

Sen ehil bir üstad bul kıraat oku kırâât..." demişler.

Hocamız anlamışlar ki, daha noksanları var, bunları da ikmal ederse daha güzel olacak ve okuyacak. İstanbul'a gelmiş, araştırmış-soruşturmuş. Üsküdar Büyük Selimiye Camii imamı H. Fehmi Efendiyi tavsiye etmişler. Ona gitmiş, mürâcaat etmiş ve kabul edilmiş. Hocaya yakın olabilmek için Selimiyeye yakın ihsaniye semtinden ev kiralamış ve üç sene boyunca devamlı yazmak ve okumak suretiyle Fehmi Efendiden Aşere ve Takribi okumuş ve icâzet almış. Evvela Edirnekapı Mihrimah Sultan Camiine İmam tayin edilmiş, kısa bir sûre sonra Teşvikiye Camiine atanmış, bir kaç sene de orada imamlık yaptıktan sonra Bayezıd Camii İmamlığı intihâl etmiş.

Oraya müracaatını yapmış, adaylar imtihan edilmiş. O zamanın İstanbul Müftüsü Fehmi Efendi, bu kararı tebliğ ederken, bir noksanını da münasib lisanla ifade ederek: "-Evlâdım Hafız Abdurrahman! imtihanı liyaketle kazandınız. Bayezid Camii İmamlığını hakettiniz.

Ancak imtihan komisyonunun sizin için bir mülahazası var. Derler ki: " Abdurrahman

Efendi, bu camiye her şeyiyle muvafık. Ama bir de sakalı olsaydı, çünkü bu camiye bu zamana kadar sakalsız imam gelmemiştir." derler. Ben de "İnşaallah Abdurrahman

Efendi onu da bırakır, dedim." demiş.

Bunun üzerine merhum Hocamız: "-Efendim. Bu sakal, bu anda bırakılmıştır, daha kesilmeyecek." demiş ve o sünnet-i şerîfeyi de oracıkta icrâ edivermişler. Ve bu camii şerifte otuz küsür sene imamlık yapmışlardır.

Hocamız, bu camii şerifte imamlık yaparken, 1950'den önce Kur'an okumanın yasak olduğu dönemde, şahsi nüfuzunu kullanarak, Kur'an okutma, Kur'an Kursu açma müsadesi alan üç kişiden birisidir.

Bunlardan birisi rahmetli H. Hasan Akkuş, II.si Hocamız III.sü Kasımpaşada merhûm H. Yakup Hoca Efendidir. Rahmetli Akkuş Hoca Efendi Nuruosmaniye Camii karşısındaki (Şimdi Kur'an Kursu olan) yeri düzenletmiş ve yatılı Kur'an Kursu yapmış. Bayezıd Cami ve çevresi öyle müsaid olmadığı için hocamız da gündüzlü Kur'an Kursa açmıştır. Anadolu'dan okumaya gelen gençlerin yeri yurdu olmayanlarını hocamız Nuruosmaniye'ye Akkuş hocaya havale edermiş. Kalacak akrabası veya yeri olanları hocamız kabul ederlermiş. Böylece o yasaklı devirlerde önlerine gelen yüzlerce talebeye Kur'an öğretmişler, hafız yapmışlar, talim okutmuşlar, bir kısmına da kırâât okutmuşlardır.

Hocamız derdi ki: "Bu dersâneden yüzlerce genç geldi, geçti. Herkes kabiliyetine, kapasitesine göre bir şeyler aldı gitti. İmam oldu, müezzin oldu, Kur'an öğretmeni oldu. Burada ilm-i kırââta başlattığımız pek çok öğrencim oldu. Sayısını bilmiyorum. Ama ilmi kıraatin yalnız aşere kısmını bitiren bir kaç kişi oldu. Takrib kısmını bitiren olmadı. Haseki açıldıktan sonra takribi bitirtmek kısmet oldu. Ben icâzeti aldıktan tam kırk sene sonra bilütfihi teâlâ Hasekide ilk takribi ilmimi bitirip icâzetini vermek müyesser oldu. Onun için çok sevinçliyim.

Cenab-ı hak demek ki bu ülkede bu ilmin sönmesini, bu zincirin halkalarının kopmasını değil devamını murad etmiş. Kulları ve kurumları vesile etmiş; yukarda bahsettiğim, ilm-i kırââte başlayıp, bitirmeden, bırakan bir çok öğrencimden birisi de Tayyar bey'dir. Tayyar bey de az okudu ama bu işin ne olduğunu, nasıl olduğunu ve önemini kavradı, Reis muâvini olunca önce Ankara'da sonra İstanbul'da Haseki Kıraat kursunu açtı ve devam ediliyor.Tayyar bey de bir beşerdir. İcraatta hataları olabilir. Ancak Haseki Eğitim Merkezinde şu ilimlerin okutulmasını sağlaması Tayyar beyin bütün hatalarına keffâret olur kanaatindeyim." derdi.

DİYANETTEKİ RESMİ KIRAAT HOCALIĞI VE HASEKİ EĞİTİM MERKEZİ

Merhum Hocamız Bayezıd camiinde imâmet ve kıraat hizmetlerini beraber götürürken, 1974 senesinde Dr. Tayyar ALTIKULAÇ bey'in Diyânet işleri Başkan yardımcısı olduğu zamanlar, Ankara'da ilk açılan Kırâât kursuna okutucu Hoca olarak, dâvet edildi, görevlendirildi. Gittiler, bir kaç ay okuttular. Fakat hastalandılar, bitiremeden geri döndüler. Rahmetli Aşık Kutlu Hoca Efendi Of'tan getirildi ve ona bitirtildi.

Hocamız da İstanbul'a avded etti ve Amerikan Hastahanesinde prostattan ameliyata alındı. Biraz ümitsiz gözüyle bakılıyordu. Bizde orada Hocamızı ziyaret etmiş ve helalleşmiştik. Ama Allah'tan ümid kesilmezdi. Öyle de oldu. Ameliyat sonucu durumun öyle korkulan boyutta olmadığı anlaşıldı.

O GÜNLERDE MÜJDELİ BİR ZİYARET

Amerikan Hastanesine akın akın Hocamızın sevenleri, dostları, cemaati ve talebeleri ziyarete geliyorlardı. Bunların arasında Mahmud Sami (K.S.) Efendi Hz.leri ve bir grup ihvânı da katılmışlar ve kendilerini müjdelemişlerdi. Yapılan kısa ziyarette Sami Efendi Hz.leri Hocamızın omuzunu sıvazlamışlar ve kulağına "Merak etmeyin iyi olacaksınız. Daha, çok güzel Kur'anlarınızı dinleyeceğiz. Daha, çok Kur'ana hizmet edeceksiniz ve talebeler yetiştireceksiniz." şeklindeki müjdeli haberle ziyâretlerini bitirip ayrılmışlar.

Oradaki müdahele âmeliyat ve tedâvî iyi netice vermiş ve Hocamız şifâyâb olmuş, tekrâr câmi ve kıraat hizmetine dönmüşlerdi.

1975-76 senesinde İstanbul HASEKİ EĞİTİM MERKEZİ açılmış ve Kıraat bölümüne bu sefer iki üstâd görevlendirilmiş: İstanbul Tarîki Üstadlığına Hocamız H. abdurrahman

GÜRSES, Mısır Tarikînin üstadı olarak da Rahmetli Aşık Kutlu Hoca Efendi görevlendirilmişlerdir. Aşık Kutlu Hoca Efendinin daha önceki dönemde Ankara'da mezun ettiği iki talebesini kendisine yardımcı hoca verdiler. Böylece Haseki Eğitim Merkezi iki ana bölümle uzun süreli eğitimine başlamış oldu: I.si: Müftü ve vaizler ihtisas Bölümü, II.si: Aşere-Takrib-Tayyibe Bölümü

Bölüm de kendi arasında İstanbul Tariki ve Mısır Tariki olarak iki şubeye ayrıldı. Biz de bu ilk dönemde Hocamızın tabeleri arasına katılmış olduk ve 1979 senesinde bitirdik ve icazet aldık. II. Dönemin başında tedrisata daha başlamadan Aşık Kutlu Hoca Efendi Rahmet-i Rahmana intikâl etti.

Tayyar bey, Hocamıza talebeleri içinden üç tane yardımcı hoca seçmesini istemiş, Hocamız da, bendenizi, Sıtkı GÜLLE ve Mehmet SEVİNÇ isimli arkadaşlarımızı seçtiler. Ve Hocamız da Diyânetten resmen emekli oldular. Sene 1979. Öyle oldukları halde 1998 senesine kadar yâni yatağa düşene kadar, haftada dört gün birer saat derse gelir, ders okutur, bir mikdar da Tayyibe okuturdu. Bir problemimiz olursa kendine danışır, halleder, dersin ağırlığını biz götürürdük.

O bizim başımızın tacı idi. Zaten, rahmetli, Reisûl-Kurra Gönenli Mehmet Efendi'nin vefatından sonra da resmen Reisü'l-Kurrâ olmuştu. "Oğlum bu bizim işimizin resmen Re'sen emekliliği olsa da fiilen emekliliği olmaz, tabuta kadar gider, öyle olması lazım, eski hocalarımız öyleydi." derlerdi. Haseki'yi çok severdi. Yapana, imâr edene, açıp, devam ettirene duâ ederdi. Yukarda işaret ettiğimiz gibi Hasekinin yanındaki fahrî hizmetlerini de yatağa düşene kadar sürdürdü. Bir buçuk senedir yatağından kalkamıyordu. Sonda takılıydı. Çok sevdiği Hasekiye ve talebelerine gelemiyordu.

Kerimesi ablamız kendisine çok iyi bakıyordu... Amerikan Hastanesi doktorlarının kontrolünde, kendi özel doktorunun gözetiminde, hastane imkânlarını ve teknolojisini evine taşıyordu. Amerikan Hastanesi doktorları "Bir hasta, evinde bu kadar güzel bakılabilir ve hastânede de bu kadar olmaz." diyorlardı.

Allah ecirlerini zayi etmesin. Bu arada, ablamıza destek olarak öz evladı gibi günün 24 saatinde Hocamızın bakım ve tedavisine kendini programlayan özel doktoru hanımefendiye ve beyi Sinân bey'e ve talebesi vefakâr ve cefâkâr arkadaşımız Hafız Mustafa DEMİRKAN'a ve yakinen ilgilenen diğer talebelerine ve dostlarına buradan şükranlarımızı sunuyor, "Allah ebediyyen razı olsun" diyoruz.

O sıhrî evlâdı ablamızın yanında bizleri de manevi evlâdlığa kabul buyurup, ahirette rahmetinde ve Cennetinde cem'etmesini Yüce Mevlâdan niyâz ediyoruz. O'nu ve bizleri Kur'anın şefaatine nail eylesin, O'nun bizlere devretmiş olduğu kıraat ilmini ve Kur'an ahlâkını ilâ yevmil kıyam gelecek nesillere aktarmayı bizlere ve haleflerimize nasibül müyesser eylesin.

Bu duygu ve düşüncelerimizin kamuoyuna aktarılmasına vesile oldukları için Altınoluk Camiasına da şükranlarımızı sunuyoruz.

ABDURRAHMAN GÜRSES HOCAEFENDİ'NİN GÜZİDE TALEBELERİ

Kurrâ Hafız Fatih ÇOLLAK Hocaefendi, Merhum H. Mehmet ÇEVİK, H. Mustafa DEMİRKAN, Ramazan Pakdil, Rahmetli İstanbul Bayezit Camii İmam-Hatibi İsmail BİÇER ve belki daha ismini bilmediğimiz nice kıymetli şahsiyetler...

ABDURRAHMAN GÜRSES HOCA'NIN VEFATI

Abdurrahman Gürses Hocaefendi, sırasıyla Fatih’te Mihrimah Sultan, Şişli Teşvikiye ve en son da Beyazıt Camisine imam olarak atandı. Beyazıt Camisi’ndeki görevini emekli oluncaya kadar öğrenci yetiştirerek devam etti.

Kıraat ilminde önemli bir yeri olan Gürses, “Aşere Takrip Tayyibe” konusunda da dünyanın en önemli hocaları arasında yer almıştı.

Gürses, o dönemler Haseki’deki eğitim merkezinde hafız yetiştirmeye devam etti.

Ağustos 1999’daki vefatına kadar eğitim veren Gürses, 40 yıl imamlık yaptığı Beyazıt Camisi bahçesinde toprağa verildi.

Kaynak: Kadir Mısıroğlu, Kırk Görgü Şahidinden Naklen BENDEN TARİHE HABERLER, Sayfa 567, // Ramazan Pakdil, Altınoluk Dergisi, 1999 - Eylul, Sayı: 163, Sayfa: 040

İslam ve İhsan

KUR'ÂN'A ADANMIŞ BİR ÖMÜR: ABDURRAHMAN GÜRSES

Kur'ân'a Adanmış Bir Ömür: Abdurrahman Gürses

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Su fani dunyada kimler gelip kimler gecmis Rabbim mubarek hocalarimizdan razi olsun fakat istanbul disindada cok hizmet ehli hocalarimizda vardi bunlardan biriside ISKILIPLI MUSTAFA AVSAR hoca efendi namı diğer (tavukcu hoca) ayrica kendisine hafiz fabrikatoru derlerdi corumun iskilip ilcesinde yuzlerce hafiz yetistirmistir...

    Şu hayat şartlarımızda takvamızı korumak o kadar zor ki . . Hocalarımıza bakıp imrenmekle kalıyoruz. Rabbim biz ihvanada hayırlı bir hizmet kapısı açsın.. Ahirette Üstad babalarımızda beraber haşr olalım. Amin Amin Amin...

    hizmetlerinizden ALLAH RAZI OLSUN... ÇÖLDE KALIP SUSAMIŞ KİŞİYE SU VERİRSEN NE KADAR MEMNUN OLURSA BENDE O KADAR MEMNUN OLDUM. TEBRİKLER TEŞEKKÜRLER ...

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.