Abdullah İbni Üneys (ra) Kimdir?

 Abdullah İbni Üneys radıyallahu anh, cesaret, şecaat ve teslimiyetiyle tanınan, gözü pek, korku nedir bilmez yiğit bir sahâbi!..

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin verdiği bir vazifeyi, bir işi, canı pahasına da olsa hiç tereddüt etmeden yerine getirmeye çalışan bir kahraman!... Kadir gecesi ne zaman? Ramazanın kaçıncı gecesi diye Allah Rasûlüne sorup öğrenmeye çalışan ilim âşığı bir yiğit!...

O, Cüheyne kabilesine mensubtu. Medine dışında, çölde Seleme oğullarının anlaşmalısı olarak yaşıyordu. Huzeyle binti Mes’ud ile evliydi. Beklenen son din İslâm, Medine’de yayılmaya başlayınca Abdullah ibni Üneys de anlatılanlardan etkilenerek Müslüman oldu.

Medine’de Müslümanlar çoğalmaya başlayınca sık sık bir araya gelip toplanırlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin Mekke’de çektiği sıkıntıları dile getirerek, müşriklerin zâlimâne tavrı, ezâ ve cefâsı ne zamana kadar devam edecek? diye sorarlardı. Kendi aralarında fikir üretir ve çözüm yolları aramaya çalışırlardı.

Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi ve ashâbını memleketimize dâvet etsek, onları gözümüz gibi korusak diye düşünceler ortaya koyarlardı.

CENNET MÜJDESİ

Bir Hac mevsiminde bu düşüncelerini gerçekleştirmek ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize kararlılıklarını arzetmek, biat etmek üzere Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh’ın da içinde bulunduğu 75 kişilik bir gurup Mekke’ye geldi. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimizle Akabe’de buluştu.

“-Yâ Rasûlallah! Sana ne üzerine biat edelim?” diye sordular. Efendimiz de:

“-Zorlukta ve kolaylıkta, darlıkta ve genişlikte dinlemek ve itaat etmek, İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek, Allah için konuşmak ve Allah için kınayanın kınamasından korkmamak, Sizin yanınıza geldiğimde bana yardımcı olmak ve beni, canınızı, malınızı, eşlerinizi, çocuklarınızı koruduğunuz gibi korumak üzere biat edin” buyurdu.

Yesrib’li Müslümanlar gayet saf ve samimi bir duygu ile:

“- Yâ Rasûlallah! Bunları yaparsak bize ne var?” dediler.

Rasûl-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de:

“- Cennet var!” buyurdu.

Gurubun hepsi bu şartları kabul ederek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize biat ettiler. (Üsdü’l-Gâbe, I, 84)

Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh Medine’ye dönünce diğer sahâbîler gibi İslâm’ı tebliğe çalıştı. Çok gayret göstermesine rağmen insanların putlardan vaz geçmediğini, körü körüne onlara taptıklarını görünce tahammül edemedi ve putlara karşı mücâdeleye başladı.

PUTLARI KIRIP ÇÖPLÜĞE ATTILAR

Putların âcizliğini, kendilerine bile bir faydası olmadığını, bir zararı önleyemediklerini insanlara göstermek gerektiğine inandı. Bunun için o, her konuda iyi anlaştığı, samimi arkadaşı olan Muaz bin Cebel ve Sa’lebe ile şu kararı aldı:

Gece yarısı Seleme oğullarının putlarını kırıp çöplüğe attılar. Bu hareketi birkaç kez tekrarladılar.

Putlarına yapılan bu davranışa çok kızan ve yapanları yakalamak için uğraşan Seleme oğulları bu işin bir kaç kez tekrar ettiğini görünce, kendi kendilerine düşünmeye başladı.

İnandıkları ve medet bekledikleri putların âcizliğini, hatta sıradan bir tahta ve taşdan başka bir şey olmadıklarını anladılar. Onlardan yardım beklemenin yanlış olduğuna inandılar ve İslâm’a girmeye karar verdiler.

Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh, genç, cesur, şecaat sahibi bir yiğitti. İki Cihan Güneşi Efendimizin kendisine verdiği bir görevi hiç tereddüt etmeden yerine getirmeye çalışırdı.

O, humma hastalığına yakalandığı için Bedir’e katılamamış ve çok üzülmüştü. İslâm ordusunu yolda karşılamış ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize:

“-Yâ Rasûlallah! Hastalık yakamı bırakmadı. Dün biraz iyileşir gibi oldum ve ayağa kalktım. Sağ salim zaferle döndünüz elhamdülillah!” dedi.

İki Cihan Güneşi Efendimiz onun gönlünü almak istercesine:

“- Allah seni de mükâfatlandırsın!” buyurdu.

Bedir’e katılamayan Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh Uhud savaşına koşarak gitti. Kahramanca savaştı. O, Abdullah ibni Atik ve Abdullah ibni Revaha radıyallahu anhüm’ün komutanlığında Hayber’e gönderilen seriyyelerde bulundu. Kale içerisine sızarak Yahudi Reisi Ebû Râfi’yi öldürdü.

Mekke yakınlarındaki Urane mevkiinde müşrik Süfyan bin Halid’in pek çok insanı etrafında toplayarak Medine’ye saldırmak için hazırlandığı haberini alan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh’ı yalnız olarak onun üzerine gönderdi. Bu hadiseyi kendisi şöyle anlatıyor:

“- Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz beni çağırdı. Süfyan bin Halid’in işini bitirmemi benden istedi. Oraya vardığında kendini Huzaalılardan biri olarak tanıt!” buyurdu. Ben de:

“- Yâ Rasûlallah! Onu nasıl tanıyacağım?”dedim. Efendimiz de:

“- Onu görünce ürperecek, korkacak ve şeytanı hatırlayacaksın” buyurdu.

Ben de:

“-Yâ Rasûlallah! Ben şimdiye kadar hiçbir şeyden korkmadım” diye karşılık verdim.

Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz tekrar bana:

“-Ondan korkacaksın. Bu onu tanıman için bir işaret olacak” buyurdu.

Efendimiz’in huzurundan ayrılırken, gerekirse kendi aleyhine konuşmak için izin aldım.

“ALLAH VE RASÛLÜ EN DOĞRUYU SÖYLER”

Vakit kaybetmeden kılıcımı alarak yola çıktım. Urane’ye vardığımda karşılaştığım insanlara, Süfyan bin Halid’e katılmak için geldim. Beni ona götürür müsünüz? dedim. Beni alıp Urane’nin içlerine doğru götürdüler. Yanına yaklaşıp onu görünce gerçekten korkup ürperdim. Kendi kendime, “Allah ve Rasûlü en doğruyu söyler” dedim.

Oraya vardığımda ikindi vakti girmişti. Kimsenin dikkatini çekmemek, şüphe uyandırmamak için namazımı yürürken îmâ ile kıldım. Süfyan bin Halid beni görünce uzun uzadıya baktı ve çevresindekilere sordu:

“-Bu kim?” dedi.

Ben hemen etrafındakilere fırsat vermeden: “- Huzaalıyım. Muhammed’e karşı savaşmak için toplandığınızı duydum. Sana katılmak için geldim”dedim.

O da: “-Tamam, ben de bunun için hazırlanıyordum” dedi.

Yanında yürümeye, ona hoşlanacağı şeyler anlatmaya başladım.

“- Şu Muhammed’e baksana! Kendi kendine bir din uydurdu. Gençleri saptırarak peşinden sürükledi. İnsanları birbirinden ayırdı” dedim. O da böbürlenerek: “- Muhammed şimdiye kadar benim gibi biri ile karşılaşmadı” dedi. Onunla sohbet ederek yürüye yürüye çadırına kadar geldik.

Beni çok sevmiş ve bana çok güvenmişti. Vakit geç olmuş, adamları dağılmış ve nöbetçilerden başka kimse kalmamıştı. Benim yanında kalmamı istedi. Cariyesine içki getirmesini söyledi. Ondan biraz içti. Sonra bana uzattı. Ben içer gibi yaptım ve tekrar ona uzattım.  O, iyice sarhoş olmuştu. Etrafında kimseler kalmamıştı. Tam zamanıdır deyip bir kılıç darbesiyle işini bitirdim. Hemen çadırdan uzaklaştım. Bir dağa tırmanarak orada bir mağaraya gizlendim. Aç susuz orada bir kaç gün kaldım. Gece yarısından sonra mağaradan çıkarak Medine yolunu tuttum. Gece gidiyor gündüz saklanıyordum. Nihayet Medine’ye ulaştım, Mescid-i Nebiye vardım.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz beni görünce tebessüm ederek: “- Gözün aydın olsun” dedi. Ben de: “Yâ Rasûlallah! Şöyle şöyle oldu” diyerek başımdan geçenleri anlattım. Çok memnun oldu. (Vâkıdî, Meğazi, 2/531; Müsned, 3/496)

Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh, Hayber savaşına hamile eşiyle birlikte katıldı. Yolda doğum yapan eşine Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hurma ile suyu karıştırarak hazırlayıp ikram etti. Çocuğa ve annesine hediyeler verdi.

O, Huneyn’de ve Mekke Fethinde bulundu. İki Cihan Güneşi Efendimizin dâr-ı bekâ’ya irtihalinden sonra da Mısır’ın fethine ve Afrika’da yapılan savaşlara katıldı. (İsâbe, II, 274.)

İLİM ÂŞIĞI BİR SAHÂBİ

Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh uzun ömürlü, ilim âşığı bir sahâbidir. İlminden pek çok insan istifade etmiştir. Zaman zaman bir hadis hakkında bilgi almak için ona sorarlardı. Abdullah ibni Câbir radıyallahu anh’ın  bir hadis sormak için bir aylık yol katederek onun yanına geldiği rivayet edilir. (Buhari, İlim, 19 )

Hazreti Ömer radıyallahu anh: “- Zekat mallarında hile yapanlar hakkında, kim zekat mallarından koyun ya da devede hile yaparsa kıyamet günü onu taşıyarak gelir” hadisini duydun mu? diye sormuş o da: “-Evet!” diye cevap vermiştir. (İbn Mâce, Zekat, 14)

KADİR GECESİ NE ZAMAN?

O, Kadir gecesinin ne zaman olduğu konusunda bir soru üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gelip cevabını alan bir ilim eridir. Kendisi şöyle anlatır:

“- Seleme oğullarının meclisinde oturuyorduk. Ben orada oturanların en küçüğü idim. Kim gidip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Kadir Gecesinin ne zaman olduğunu sorabilir? dediler.

-Ben sorarım, dedim.

O gün Ramazan-ı şerif’in 21. gününün sabahı idi. Hazırlanıp yola çıktım. Akşam namazını kılarken mescide vardım. Namazdan sonra evinin kapısına gittim. Beni görünce “içeri gir” buyurdu. Akşam yemeğini birlikte yedik. Yemekten sonra kalkmak isteyince bana:

“-Bir ihtiyacın var gibi?” dedi. Ben de:

“-Evet yâ Rasûlallah! Seleme oğullarından bir gurup beni Kadir gecesi hakkında soru sormam için gönderdi” dedim ve şöyle devam ettim:

“-Yâ Rasûlallah! Bildiğiniz gibi biz çölde yaşıyoruz. Buraya her zaman gelemiyoruz. Allah’a hamdolsun namazımı  orada kılıyorum. Bana emret de bir geceyi de inip şu mescidde geçireyim. (Kadir Gecesinin kaçıncı gecede olduğunu söyle o gün geleyim)” dedim.

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:

“- Yirmi ikinci gece ya da onu takib eden gece (Yirmi üçüncü gece in)” buyurdu.

Muhammed bin İbrahim diyor ki: Üneys Cüheni’nin oğluna, baban o gece nasıl yapardı? diye sordum. O da: “- İkindi namazını kılınca mescide girer, sabah namazını kılıncaya kadar çıkmazdı. Sabahı kılınca hayvanına biner çöldeki evine gelirdi” diye cevab verdi. (Sünen-i Ebî Davud ve Tercemesi, c. 2 s. 379.)

Abdullah ibni Üneys radıyallahu anh’ın hicretin 54. yılında vefat ettiği rivayet edilir.

Allah ondan razı olsun. Rabbimiz bizlere o ilim aşığı sahâbinin aşkından, şecaat ve cesaretinden hisseler nasib eylesin. Şefaatlerinden mahrum eylemesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 306, Ağustos 2011

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.