80 Yaşında Allah Yolunda Savaşmayı Terk Etmedi

Uzun sü­re hiz­met­te bu­lu­nan bâ­zı şa­hıs­lar­da za­man­la hiz­me­te kar­şı bir doy­gun­luk duy­gu­su olu­şur ki bu du­rum, hiz­met eh­li adı­na bir teh­li­ke baş­lan­gı­cı­dır. “Ar­tık ye­ter” duy­gu­su, ki­şi­yi dün­ya­ya çe­ken bir nefs fı­sıl­tı­sı­dır. Bu vaziyet, insanın kendi eliyle kendisini tehlikeye atma gafletinden başka bir şey değildir.

Yukarıda ifade ettiğimiz bu hakîkati ve hizmet heyecanının ömür boyu artarak devam etmesi gerektiğini gösteren şu rivâyet, pek ibretlidir:

Emevîler devrinde, Hâlid bin Velîd’in oğlu Abdurrahmân’ın komutasındaki İslâm ordusu, Allah Rasûlü’nün İstanbul’un fethiyle ilgili müjde ve iltifâtına nâil olmak ümîdiyle yola çıkmıştı. Ordunun içinde Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- da bulunmaktaydı.

Rumlar arkalarını şehrin surlarına vermiş savaşırken, Ensâr’dan bir zât, atını Bizanslıların ortasına kadar sürdü. Bunu gören mü’minler; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız!” âyetini hatırlayarak:

“–Lâ ilâhe illâllah! Şuna bakın! Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor!” dediler.

Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri şöyle dedi:

“–Ey mü’minler! Bu âyet, biz Ensâr hakkında nâzil oldu. Allah Teâlâ, Peygamber’ine yardım edip dînini gâlip kıldığında biz, «Artık biraz da mallarımızın başında durup onların ıslâhıyla meşgul olalım.» demiştik. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Rasûlü’ne:

«Allah yolunda infâk ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. Bir de ihsanda bulununuz, zira Allah, (iyilikte bulunan ve ihsan şuuru ile yaşayan) muhsinleri sever.»[1] âyetini vahyetti.

Bu âyet-i kerîmedeki, kişinin «kendi eliyle kendisini tehlikeye atması»ndan maksat, bizim bağ ve bahçe gibi dünya malıyla uğraşmaya dalıp, cihâdı terk ve ihmal etmemizdir.”

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, seksen yaşının üzerinde olmasına rağmen cihâdı terk etmedi. Şehîd olup İstanbul surlarına yakın bir noktada defnedilinceye kadar Allah yolunda cihâda devam etti. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 22/2512; Tirmizî, Tefsîr, 2/2972)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurur:

“Iyne[2] yoluyla alışveriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapıştı­ğınız, ziraatı tercih edip cihâdı terk ettiğiniz zaman, Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dîninize dönünceye kadar onu üzerinizden kaldırmaz.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 54/3462)

Ömrü cihâd içinde geçmiş olan Ebû Talha -radıyallâhu anh- son günlerinde:

“Ey mü’minler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihâd ediniz! Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”[3] âyet-i kerîmesini okumuştu. Hemen heyecanını tazeleyerek:

“–Allah Teâlâ bize gerek yaşlı gerek genç olarak hep birlikte seferber olmamızı emrediyor. Benim savaş malzemelerimi hazırlayın!” dedi.

Çocukları:

“–Biz senin yerine cihâd ediyoruz!” dedilerse de o ısrar etti. Eşyalarını hazırladılar, o da bir deniz seferine katıldı. Bu sefer esnâsında vefât etti. Cesedini ancak yedi gün sonra toprağa verebildiler. Ancak bu zaman zarfında mübârek vücûdunda hiçbir bozulma ve kokma olmadı. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, Cihâd, 29)

Mü’mini, ye­gâ­ne kud­ret sahi­bi olan Al­lâh’a bağ­la­yan îman, ay­nı za­man­da yüksek bir he­ye­can işidir. Bu he­ye­ca­na lâyıkıyla sahip olan bir mü’min hiçbir zaman ümitsizliğe düşmez, her hâlükârda hizmetini büyük bir azim ve ibadet vecdiyle îfâ etmesini bilir. Ni­te­kim Allah Te­âlâ, îmân eden­le­rin hiç­bir za­man gev­şek­li­ğe düş­me­me­le­ri­ni şöy­le emir bu­yur­muş­tur:

(Ey mü’min­ler!) Sa­kın gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer ger­çek­ten mü’min­ler ise­niz, üs­tün gelecek olan siz­si­niz.” (Âl-i İm­rân, 139)

Hiz­met eh­li, prob­lem üre­ti­ci de­ğil, prob­lem çö­zü­cü ol­ma­lı­dır. İşi lâf ve ten­ki­de dö­küp ek­sik ve ge­dik ara­mak ye­ri­ne, hâ­di­se­le­re ya­pı­cı bir ruh­la ve müs­bet bir şekilde yak­la­şa­bil­me­li­dir.

[1] el-Bakara, 195.

[2] Iyne; bir kimsenin bir malı belli bir fiyat karşılığında vâdeli olarak satıp, aynı malı peşin parayla sattığı fiyattan daha ucuza geri almasıdır. Böyle bir muâmele, fâiz şüphesi sebebiyle câiz görülmemiştir. (H. Yunus Apaydın, “Îne” mad., Diyânet İslâm Ansiklopedisi, XXII, 283-284)

[3] et-Tevbe, 41.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.